top of page

IMF'ye Tekmeyi Vurmak – II

Önceki yazıda IMF’nin borç vermek için dayattığı şartları ve alınan tedbirlerin döngüsel sonuçlarını irdelemiştik. Krizden çıkmak üzere IMF’nin önünde diz çöken ülkelerin neden devamlı aynı duruma düşüp anı dayatmalara maruz kaldığının cevabını aramıştık.

Halkın her müdahelede; daha fazla fakirleştiğini, işini kaybettiğini, para artırıp tasarruf yapamadığını, dolasıyla yeni yatırımlara yönelemediğini bunun sonucunda da fakirlik çemberini kıramadığını aksine yeni dayatılan vergi ve cezalarla cebinden daha çok para çıktığını, alınan tüm tedbirlerin enflasyona neden olduğunu, enflasyonun da hayat standardını dayanılmaz boyutta küçülttüğünü görmüştük.

Devlet tarafında durumun hemen hemen aynı olduğunu, kemer sıkma politikalarıyla yatırımın sürekli engellendiğini, tüm enerjinin borç ödemek için kaynak toplamaya harcandığını, vergi salmanın dışında gelir getirici başka aksiyon geliştiremediğine şahit olmuştuk.

Bu bölümde başımıza gelenlerden ders almanın yollarını arayacağız.

Destek alan ülke, küresel kapitalist düzenine uyum sağlayıp uluslararası finans sistemine tam angaje olunca sahte tebriklerle ödüllendirilir ve bir sonraki krizine kadar rahat bırakılır. Buradaki en büyük tuzak; ülkeye düşük faizli finans sağlanması ve uluslararası firmalarının o ülkeye yatırım yapmak üzere sermaye aktarımı yani dolar getirmesiyle kurulur. Gelen dolarlar; ülkeyi kalkındıracak kurtuluş projelerine, katma değeri yüksek teknolojili, rekabet gücünü artıracak projelere yatırımlarına yatırımlara akmaz. Örnek: uçak motoru üretimi… Aksine know/how (yüksek teknolojili ürün için gerekli ticari ve teknik bilgi) gerektiren yatırımlar değil belli sektörleri öldürerek istihdam ve gelir projeksiyonu düşük alanlara yönelir.

Harcama kalemleri ve miktarlarının artmasıyla GSYİH*, tekrar yükselişe geçer ve ülke, krizden çıkış yönlü olumlu ekonomi puanlarını toplamaya başlar. Hükümetler, bu kandırmacayla tekrar başarı hikâyesi yazmaya başlar. Ancak; gerçekte ülke, biraz daha kötürümleşerek bir sonraki krize daha kötü şartlarda girme potansiyelini yakalamıştır. Delil mi istiyorsunuz: IMF ile tanıştığımızdan beri tam 19 kez borç almışız. Yani 19 kez dibi görmüş, 19 kez tuzağa çekilmiş, 19 kez ‘tebrikler, krizden çıktınız’ denilmiş ve 19 kez uluslararası finans sisteminin dişine uygun ‘sömürülebilir’ ülke kıvamına getirilmişiz.

Son beş yıla ait alınan kredi miktarları aşağıdadır:

1984 340 Milyon $

1994 923 Milyon $

1999 22.700 Milyon $

2002 19.400 Milyon $

2005 10.000 Milyon $

Bir konuya açıklık getirelim. IMF’nin verdiği bu harcı âlem paralar, görüldüğü üzere derde derman olacak miktarlar değil. Peki o zaman nedir bu Stokholm sendromu derseniz; IMF ile anlaşma yapmanın,:

► Üye ülke; batsa da yatırımları dursa da fakirlikten halkı inim inim inlese de ‘kumar borcuna’ pardon kredi borcuna sadık olduğuna,

► Uluslararası finans kuruluşlarınca uygun aşırı faizle kuruluş kredisi açılabileceğine,

► Uluslararası derecelendirme kuruluşlarınca mali görüntüsü olumluya çevrileceğine,

► IMF tarafından; kamu âleme, özelde sermayedar şirketlere, uluslararası yatırımcılara (nam-ı diğer kapitalizmin ağababalarına) “hamili kart yakinimdir” şeklinde ülkenin borcunu ödemeye kefil olduğuna dair işaret fişeğinin atıldığına,

► Yatırımcı şirketlerin, döviz musluklarını açarak derde derman yatırımlar harici alanlara abanacaklarına,

► Ülkeye giren döviz sayesinde cari açığın kapanacağına,

► Bindirmeli vergiler sayesinde borç faizinin ödeneceği kaynağa ulaşıldığına, hatta faiz dışı fazla oluşturularak borç anaparasının ödenmeye başlanabileceğine,

► Artan sefalet ve işsizlik sonucu kapitalist felsefenin iyice özümsendiğine;

♦ Asgari ücret üzerinden iş bulmanın, şükret vecibesini yerine getirmek için yeter ve gerek şart olduğunun farkına varılacağına,

Örgütlü işgücünün, vatandaşın refahı ve devletin bekası için en azılı tehdit olduğuna, dolaysıyla sendikaların sarı renge boyanmasına,

Sermayenin lütfedip ülkeye gelme kutsiyetinin, diğer tüm hınzır sorgulamaları âtıl hale çevireceğine,

Paranın milliyeti olmaz, “asılacaksan ingiliz urganı ile asıl” atasözünün vücut bulduğuna,

► Kronik enflasyonun aslında iyi bir şey olduğuna, bu sayede devlet gelirlerinin arttığına, dünya ham petrol fiyatları yükselse de dibe çakılsa da her daim akaryakıt fiyatlarının zamlanmasının iyi bir şey olduğuna,

► Paramızın pul olup dolar karşısında değerinin düşürülmesiyle firmaların ihracata yöneleceğine, yabancıların da yatırım yapması için ucuz emek, ucuz ekipman, ucuz maliyet cennetine dönüşüleceğine,

► ‘Ve daha bir sürü şey…’

anlamlarına geldiğine ayıkmamız gerekir.

Gelelim sadete. Ağyâra minnet etmemek, IMF'nin esâmesini bile okumamak için kalıcı ve etkili bir şeyler yapmanın, IMF'ye tekmeyi vurmanın zamanı geldi sanırım. Önce bilinçle başlayacağız. Sonra üreteceğiz, üreteceğiz, üreteceğiz. 1955 yılında Çin, sefaletten kırılıyordu. Açlıktan ölen insan sayısı 5 milyonlarla ifade ediliyor. Ya şimdi? Ekonomide dünya şampiyonu. Nasıl oldu dersiniz. Tabii ki üretim. Japonya’yı on yıllardır dünya ikincisi (şu an üçüncülüğe düştü) yapan model neydi deseniz yine üretim derim. Peki IMF’den kaç kere ve ne kadar kredi aldılar?

(Devam edecek…)

* GSYİH: Gayri Safi Yurtiçi Hasıla, bir yılda üretilen tüm mal ve hizmetlerin parasal karşılığıdır. Ekonomik büyüklüğün ölçümü başta olmak üzere pek çok değerlendirmede kullanılır.

Comments


Abonelik Formu

©2020, Çift Başlı Kartal tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page